sAgm. Dünya Azerbaycanlılar Kongresi Başkanı Kurban SABAH'a özel açıklamalarda bulundu. Kurban, işgal edilmiş topraklarını teröristlerden arındırmaya çalışan Azerbaycan halkının karşısında bir devlet değil terör örgütlerinin oluşturduğu direk sivilleri hedef alan ve her defasında ateşkesi bozan teröristler ordusu olduğunu söyledi. Ermenistan'ın bu tavrı ve kışkırtıcı hain saldırılarına Azerbaycan halkının şaşırmadığını söyleyen Kurban ''Ermenistan 1905 yıllarında insanlarımıza buna benzer saldırılarıyla soykırım yaptılar. Şimdi de aynı karakterini gösteriyor. Ermenistan'ın isteği bölgeyi ateşe atmak, sivillerimizi füzelerle vuruyor ve Azerbaycan'ın da Ermenistan'daki sivil hedefleri vurmasını istiyor. Fakat Azerbaycan'ın tarihinde sivillere vurmak, saldırmak yoktur ve yapmıyor, yapmayacak da... Her daim insancıl yaklaşımıyla uluslararası hukuk çerçevesinde adımlar atmış. Azerbaycan ordusu sadece kendine dönük silahların ateşlendiği yerleri kendini korumak için hedef almaktadır. Ermenistan bu adımıyla tüm dünyaya döne döne insanlığa sığmayacak şekilde alçakça ve kalleşçe saldırılar yapmaya sivilleri öldürmeye devam ediyor" dedi. ORDUSU YOK TOPLAMA YAPISI VAR SABAH'a özel açıklama yapan Kurban sözlerini şöyle sürdürdü ''Ermenistan işgal ettiği toprakları kaybettikçe şaşırmış ve kudurmuş durumda sivilleri öldürüyor. Ermenistan her çatışmada silahlı gücünü kaybediyor. Ordusu yok. Toplama yapısıyla her seferinde geri çekilip yeniden saldırarak bölgedeki hareketliği kriz haline getirmeye çalışıyor. Rusya'yı ve İran'ı bu çatışmanın içine sokmak istiyor. Rusya'yı Bölgeye çekmeye ve müdahale etmeye çağırıyor ve hedefi budur. Ermenistan 500 bin insanın yaşadığı Gence'ye yasak füzelerle saldırılıp çoluk çocuğu katlediyor. Azerbaycan'da Ermenistan'ın yaptığı soykırımı dünyanın görmesini istiyoruz. Adalet istiyoruz. Biz bizim olanı istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. Gence ikinci büyük şehrimiz. 500 bin insan yaşıyor. Azerbaycan'ın tüm halkına bir korku panik yaşatmak için çatışma bölgesine 100 kilometre uzaklıktaki Gence'ye saldırıyorlar. Ama Ermenistan'ın bu saldırısı karşısında insanlarımız kaçmayı değil cepheye gitmeye çalışıyorlar ve gidiyorlar. Ermenistan Azerbaycan halkının 30 yıldır nefretini kazanmış durumda..." ERMENİSTAN TERÖRİSTLERİ BÖLGEDEN ÇEKSİN Dünya Azerbaycanlılar Kongresi Başkanı Kurban sözlerine şu şekilde devam etti "Azerbaycan halkı savaş istemiyor ama 30 yıldır işgal altındaki topraklarını almaya kararlı. Biz bizim olanı istiyoruz. Bölge devletleri istiyorlarsa savaş olmasın, ateşkes olsun. O zaman bunu Ermenistan'a kesin dille işgal ettikleri topraklardan çıkmalarını kararlılıkla söylesinler. Herkes 'Azerbaycan dursun, beklesin' diyor. Azerbaycan 30 yıldır duruyor, bekleyecek 30 günü yoktur artık. Söylesinler Ermenistan'a teröristleri bölgeden çeksin. Savaş olmasın insanlar ölmesin. Âmâ bizim olanı bize versinler. Ermenistan ilk ateşkesten 1 saat, İkinci ateşkesten ise 8 saat geçmeden yine Azerbaycan'a saldırdı. Ermenistan güven vermiyor.''
Amenerrasulü'nün Bakara suresi son 2 ayeti yazılışı, okunuşu ve anlamı Bakara Suresi 285. Ayet Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor Bakara Suresi 286. Ayet Web Taraycınız bu özelliği desteklemiyor Amenerrasulü ءَامَنَ ٱلرَّسُولُ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِۦ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِۦ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِۦ ۚ وَقَالُوا۟ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۖ غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا ٱكْتَسَبَتْ ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَآ إِن نَّسِينَآ أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُۥ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِۦ ۖ وَٱعْفُ عَنَّا وَٱغْفِرْ لَنَا وَٱرْحَمْنَآ ۚ أَنتَ مَوْلَىٰنَا فَٱنصُرْنَا عَلَى ٱلْقَوْمِ ٱلْكَٰفِرِينَ Amenerresulü Okunuşu ve Anlamı Bismillahirrahmanirrahim"Rahman ve rahim olan Allah' ın Adıyla" Amenerrasûlü bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûnmu’minûne, kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihrusulihî, lâ nüferrigu beyne ehadin min rusulihrusulihî, ve gâlû semi’nâ ve eta’nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileykel masîrmasîru. Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min gablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bihbihî, va’fu annâ, vağfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel gavmil kâfirînkâfirîne. "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler “Onun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” Bakara 285 Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Şöyle diyerek dua ediniz “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” Bakara 285 ve 286 ayetleri." Amenerresulü Okunuşu Amenerresulü Tefsiri Sûrenin başında Allah’ın iyi kullarının gayb âlemine, doğru yolu göstermek üzere gönderilmiş Kur’an’a ve ondan önce gelen kitaplara iman ettikleri, namazı kılıp zekâtı verdikleri, Allah’ın verdiklerinden O’nun rızâsı için harcamalar yaptıkları, bu iman ve güzel ameller sayesinde Allah rızâsına uygun bir hayat sürüp iki cihan saadetine nâil oldukları zikredilmişti. Arkadan tafsilâta geçilmiş, daha önce gelen kitaplar, peygamberler, ümmetler, Allah’ın onlara bahşettiği çeşitli nimetler, nankörlükler, isyanlar anlatılmış, bunlardan ibret alınarak İslâm’ın getirdiği hidayetten sapılmaması pekiştirilerek istenmişti. Bu sûre, hicretin ilk yıllarında geldiğinde muhatapları büyük ölçüde Allah’ın rızâsına uygun bir hayat yaşıyorlardı. O’nun rızâsı için her şeylerini geride bırakarak Medine’ye hicret etmiş muhacirlerle onlara her şeyleriyle kucak açmış ensar vardı. Allah Teâlâ sûrenin sonunu getirirken bu kullarına bir mükâfat olmak üzere onlar hakkındaki hükmünü, onların kendi nezdindeki yer ve değerlerini bildirmek istemiş, böylece ilk müslümanların yolunu izleyecek olanlara da bir dinî hayat dersi, kul ile rabbi arasındaki ilişkiyi kurmanın yolu hakkında bir anahtar vermiştir Resul ve çevresindeki müminlerin imanlarının ve itaatlerinin Allah tarafından tasdik edilmesi eşsiz bir iltifat, emsalsiz bir saadet vesilesidir. Bu tasdiki takip eden niyaz tâlimi ise kulluk yolundaki iniş çıkışları göstermekte, iyi niyetli kulların istemeden meydana gelen kusurlarını yüce mevlânın bağışlayacağına işaret etmekte, Hz. Peygamber’in ümmetine gelen en son ve kâmil dinin başta gelen özelliklerinden biri olan “kolaylık” temel kuralını dile getirmekte; esasen kulluğun güç olmadığını, çünkü Allah’ın kullarına güçlerini aşan yükümlülükler buyurmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Sûrenin başıyla sonu âdeta bir levhanın iki parçası gibi birbirini tamamlamaktadır. Nitekim ümmetin geleneğinde de hem özellikle okunarak hem de levhalaştırılıp itina ile duvarlara asılarak bu özellik hayata geçirilmiştir Peygamberler arasında ayırım yapılmamasının anlamı hakkında bk. Bakara 2/136.Allah’ın, kullarını güçlerini aşan fiillerle ve davranışlarla yükümlü kılmayacağını ifade eden bu âyet, İslâm düşüncesinde ortaya çıkmış bulunan önemli bir tartışmanın çözümüne ışık tutmaktadır. “Allah’ın kullarına, güçlerini aşan bir görevi yüklemesi teklîf-i mâlâ yutâk câiz midir?” sorusu etrafında gelişen bu tartışmada, Allah’ın kudret ve iradesini sınırlar korkusuyla “câizdir” diyenlere karşı, O’nun hikmetine, adaletine, imtihan iradesine, dinî, ahlâkî, hukukî değerlerin, mükâfat ve cezaların mâkul bir temele oturması gereğine ağırlık verenlerin savunduğu “Câiz değildir, hakîm olan Allah böyle bir yükümlülük getirmez” diyenleri bu âyet teyit etmektedir. İnsanların kader ve fiillerinde kendi rollerinin de bulunduğunu ifade eden “Lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır” cümlesi, “kaza, kader, irade, kudret, kesb” konularında asırlar boyu süren ve mezheplerin ekol oluşmasına temel teşkil eden bir tartışmaya açıklık getirmektedir. “İnsanların ortaya koydukları fiillerde ve davranışlarda kendilerine mahsus irade ve kudretleri yoktur” diyen Cebriyye ekolü; “Bu fiiller ve davranışlar, bağımsız olarak insanın irade ve kudretinin eseridir, fiilini yoktan var eden îcâd kuldur” diyen Mutezile mezhebi; “Kulun fiili meydana gelirken Allah’ın irade ve kudreti yanında–etkisi bulunmaksızın– kulunki de vardır” diyen İmam Eşarî, bütün bu ekollerin karşısında yer alan Mâtürîdî mezhebi, diğer deliller yanında bu âyetten ışık ve güç almaktadır. Bu son mezhebe göre Allah Teâlâ kullarına irade ve kudret güç vermiştir. Bu irade ve kudret yaratılmıştır, hem hayır hem de şer için işler ve bu mânada “küllî” niteliklidir. Küllî irade ve kudretin, hayır ve şerden birine sarfedilmesi ise cüz’î niteliklidir; yani cüz’î kudret, cüz’î iradedir. Buna kesinleşmiş ve fiile yönelmiş azim azmi musammem ve “kesb” de denir. Kesb fiilin aslını yok iken var olmasını, yaratılmasını değil, vasfını hayır veya şer olmasını etkiler. İşte beşerî sorumluluk da bu kesbe dayanır genişbilgi için bk. Kemâleddin el-Beyâzî, İşârâtü’l-merâm, s. 54 vd., 248-263. Açıkladığımız âyette kulun fiiline etkisini açıkça ifade eden kelime, Türkçesi “elde etmek, kazanmak, hak etmek” demek olan “kesb”dir. Eskiden sıkça tekrarlanan “Kul kâsibdir, Allah da hâlıktır” veya “Kul kesbeder, Allah da halkeder” cümlesi bu gerçeğin vecizeleşmiş şeklidir ayrıca bk. Bakara 2/7.Yukarıda meâli zikredilen bir hadis, Muhammed ümmetinin unutma ve yanılma sebebiyle meydana gelen kusurlarının Allah tarafından bağışlandığı müjdesini veriyor ve burada geçen duanın kabul edildiğini için de amelî geçerliliği bulunan Eski Ahid’de yeme, içme, temizlenme gibi konularda oldukça zor dinî kurallar, yasaklama ve sınırlamalar vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu âyetten başka yerlerde de aynı tarihî gerçek dile getirilmiştir Arâf 7/157. İslâm’ın ümmete getirdiği yükümlülükler ise fıtrata uygundur, insanların zorlanmadan hatta kolayca yapabilecekleri ödevlerdir. Şahsî ve özel durumlar sebebiyle zorluk baş gösterdiği takdirde de ruhsatlar temel nitelikleri sıralanmış bulunan bu dine bütün insanlığın akın akın girmesi gerekirdi. Mümin aklı böyle düşünür, mümin gönlü böyle ister ve beklerdi. Fakat Allah’ın imtihan için kullarına verdiği akıl, irade, nefis, yine bu maksatla insanlara musallat olan şeytan milyarlarca insan için doğru yolun ve hak dinin engelleri olmuş, müminin beklentisinin aksine insanların hakkıyla şükredenleri, küfür ve nankörlük içinde olanlardan az bulunmuştur. Bu çokluk karşısında müminler, kendi güç ve gayretleri yanında ve ondan daha çok yüce Allah’ın yardımına sığınmak durumundadırlar “Sen bizim mevlâmızsın, inkârcılara karşı bize yardım et!” Sûrenin bu son iki âyetinin fazileti hakkında birçok sahih hadis rivayet edilmiştir. “Bakara sûresinin sonunda iki âyet vardır ki bir gecede okuyana onlar yeter” meâlindeki hadis bunlardandır Buhârî, “Fezâilü’l Kur’ân”, 10, 27, 34; diğer bazı örnekler için bk. Şevkânî, I, 342 vd. Kaynak Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur'an Yolu Tefsiri
Yasin Suresi Türkçe Okunuşu Latin harfleriyle Arapça olarak yüzünden okumayı bilmeyen veya bu şekilde okumayı tercih edenler için aşağıdadır. Allah, okuduğunuz Yasin'i ve diğer tüm ibadetlerinizi kabul etsin ilk âyetini oluşturan iki harften almıştır. Hz. Peygamber tarafından bu adla anılmış, Buhârî ve Tirmizî’nin hadis kitaplarında da bu isim kullanılmıştır. Sûre, Kur’an’ın kalbi diye nitelendiren hadis rivayetine dayanılarak “kalbü’l-Kur’ân” diye de adlandırılmış, ancak bu yaygınlık kazanmamıştır Âlûsî, XXII, 522-523; İbn Âşûr, XXII, 191. Sûrenin Mekke döneminin ortalarında nâzil olduğu kabul edilmektedir. İnsanların yaptıkları işlerin ve bıraktıkları izlerin kayda geçirildiğini bildiren 12. âyetin yorumu meyanında rivayet edilen bir hadis dolayısıyla Tirmizî, “Tefsîr”, 36 bu âyetin Medine’de indiği söylenmişse de bu kanaat benimsenmemiştir Âlûsî, XXII, 523; İbn Âşûr, XXII, 191, 204-205. Sûre seksen üç âyet olup fâsılası “م، ن” harfleridir. Yâsîn sûresinde İslâm akaidinin üç esasını teşkil eden tevhid, nübüvvet ve âhiret konuları tabiatın mükemmel kuruluşu ve işleyişinden deliller getirilerek anlatılır; bu arada iman-küfür mücadelesi çerçevesinde geçmiş kavimlerden ibret verici örnekler zikredilir. Dört bölüm halinde incelenmesi mümkün olan sûrenin birinci bölümünde ana konu Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı ve Kur’an’ın vahiy ürünü oluşudur. Sûrenin ilk âyetini teşkil eden “yâsîn” büyük bir ihtimalle Hz. Muhammed’e bir hitaptır Âlûsî, XXII, 525; krş. Taberî, XXII, 178. Ardından Kur’an’a yemin edilerek Muhammed’in Allah’a ulaştıran yol sır’at-ı müstakim üzerinde bulunan peygamberlerden olduğu, Kur’an’ın da gafletten bir türlü kurtulamayan kitleleri uyarmak amacıyla Allah tarafından indirildiği ifade edilir. Ancak gönüllerini ilâhî gerçeklere açmayan, Cenâb-ı Hakk’ı anıp kalpleri ürpermeyen ve iradelerini hak dine yönlendirmeyen insanların bütün uyarılara rağmen iman etmeyecekleri bildirilir; mükelleflerin işledikleri fiillerin her şeyi içeren bir kütükte kaydedildiği belirtilir âyet 1-12. Sûrenin ikinci bölümü kendilerine Hak dinin tebliğcilerinin gönderildiği bir yerleşim yeri halkının ashâbü’l-karye kıssası hakkındadır. Bu yerleşim yerine önce iki tebliğci gelmiş, ardından bunları destekleyen üçüncüsü gönderilmiştir. Ancak şehir halkı elçilere yalancı demiş, kendilerine uğursuzluk getirdiklerini ileri sürmüş, tebliğden vazgeçmedikleri takdirde işkenceyle öldürüleceklerini söylemiştir. O sırada şehrin uzak yerlerinden gelen bir kişi halkı iman etmeye teşvik ederken kendisi de iman etmiş, fakat inkârcılar tarafından öldürülmüş, nihayet o yerleşim yerinin halkı korkunç bir sesle helâk edilmiştir âyet 13-32. Müfessirler söz konusu şehrin Antakya, elçilerin havâriler, halkın Romalılar, uzaktan gelen kişinin de Habîb en-Neccâr olabileceğini kaydetmişse de gerek Hıristiyanlığın yayılışı gerekse Antakya’nın tarihi bakımından bu açıklamalar isabetli görülmemiştir bk. ASHÂBÜ’l-KARYE; HABÎB en-NECCÂR. Kur’an’da mevcut kıssaların çoğunda olduğu gibi yerleri ve hitap edilen insanları bilinmeyen bu kıssadan da amaç tarihî bilgi vermek değil kıssadan hisse alınmasını sağlamaktır. Sûrenin üçüncü bölümünde insanların hayatlarını sürdürdükleri yeryüzünün besleyici özelliğine, gece ile gündüz, güneşle ay arasındaki düzen ve âhenge, yeryüzündeki çiçek, bitki vb. şeyler, ayrıca insanlar ve insanların henüz vâkıf olamadığı nice canlı arasındaki tozlaşma ve döllenmeye, gemilerin denizde batmadan seyretmesine temas edilerek Allah’ın birliği ve yüceliğine dikkat çekilir; bütün bu delil ve işaretlere rağmen inkârcıların dinî gerçeklerden yüz çevirdikleri ifade edilir âyet 33-47. Yâsîn sûresinin dördüncü bölümü âhiretin varlığı ve âhiret âleminin tasvirine dairdir. Burada kıyametin ansızın kopacağı bildirildikten sonra vukuu hakkında kısaca bilgi verilir. Ardından cennetin tasvirine, cehennemliklerin bedbahtlığına değinilir; onların dünyada iddia ettikleri gibi Kur’an’ın bir şair sözü değil vahiy ürünü olduğu zikredilir. Dünya hayatında insan türüne verilen nimetlerin bir kısmı sayılır; buna rağmen inkârcıların kendilerine hiçbir fayda sağlamayan putlara taptıkları belirtilir. Sûrenin son âyetlerinde, görünürde spermden meydana gelen insanın dünyaya geliş şeklini göz ardı ederek, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye soran inkârcıya, “İlk defa yaratmış olan diriltecek” şeklinde cevap verilir; bu kanıt, “Sizin için yeşil ağaçtan ateş çıkaran krş. Mâtürîdî, XII, 114; Elmalılı, V, 4042, bütün tabiatı yaratan Allah ölülerin benzerini yaratmaya kādir değil mi?” ifadesiyle desteklenir. Sûre İslâm’ın tevhid ve âhiret inancına bir defa daha vurgu yapan âyetlerle sona erer âyet 48-83. Yâsîn’in de içinde yer aldığı otuz kadar sûrenin mesânî Hz. Peygamber’e İncil yerine verildiğini belirten hadisin sahih olduğu kabul edilmiştir Müsned, IV, 107; İbrâhim Ali, s. 224-225, 292. Sûrenin fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan biri, “Yâsîn sûresini geceleri okuyan kimsenin günahları bağışlanır” meâlinde olup Dârimî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 21; İbrâhim Ali, s. 292-295 sahih görülmüştür. Her şeyin bir özü kalbi ve odak noktasının bulunduğunu, Kur’an’ın odak noktasının Yâsîn olduğunu belirten, Yâsîn sûresinin ölüler için veya ölmek üzere olanların yanında okunmasını tavsiye eden rivayetler ise zayıf sayılmıştır Müsned, V, 26 [nşr. Müessesetü’r-risâle, XXX, 417-418]; Dârimî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 21; İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 4; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 19; Tirmizî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 7; İbrâhim Ali, s. 171-172, 292-301. Bazı tefsir kitaplarında meselâ bk. Zemahşerî, V, 198; Beyzâvî, III, 448 bunlardan başka isnadsız kaydedilen fazilet rivayetleri de vardır. Yâsîn sûresinin tefsiri konusunda çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunun önemli sebeplerinden biri muhtemelen faziletine dair rivayet edilen hadisler, diğeri de ölüler üzerine okunmasının tavsiye edilmesidir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde 100 civarında Yâsîn tefsiri, havâs ve tercüme kayıtları bulunmaktadır. Bu kayıtların yirmisi Hamâmîzâde Ali Efendi’nin Yâsîn tefsirine aittir İstanbul 1262, 1265, 1273, 1286, 1294, 1316, 1320. Ebûishakzâde Esad Efendi’nin Ħulâśatü’t-tebyîn fî tefsîri sûre-i Yâsîn adlı eserinin yine bu kütüphanede on civarında kaydı vardır. İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey Çelebi’nin Tefsîr-i Yâsîn-i Şerîf’i Ayşe Humeyra Aslantürk tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır Yâsîn-i Şerif Tefsîri, İstanbul 1997; Isparta 2007. Davut Aydüz Kur’ân-ı Kerîm’in Kalbi Yâsîn Sûresi Tefsiri adıyla bir çalışma yapmıştır İstanbul 2004. BİBLİYOGRAFYA Müsned, IV, 107; V, 26; Taberî, CâmiǾu’l-beyân nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr, Beyrut 1415/1995, XXII, 178; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân nşr. Mustafa Yavuz, İstanbul 2008, XII, 114; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl nşr. Eymen Sâlih Şabân, Kahire 1424/2003, s. 282-283; Zemahşerî, el-Keşşâf Beyrut, V, 198; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, III, 448; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, V, 598-599; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr, Mekke 1408/1987, II, 642; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî nşr. M. Ahmed el-Emed - Ömer Abdüsselâm es-Selâmî, Beyrut 1421/2000, XXII, 522-523, 525; Elmalılı, Hak Dini, V, 4002-4004, 4042; Cafer Şerefeddin, el-MevsûǾatü’l-Ķurǿâniyye ħaśâǿiśü’s-süver, Beyrut 1420/1999, VII, 171-198; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1420/2000, XXII, 191-192, 204-205; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 171-172, 224-225, 292-301; Seyyid Muhammed Hüseynî, “Sûre-i Yâsîn”, DMT, IX, 369-370. Bekir Topaloğlu
Risale-i Kudsiyye Tercümesi, Mustafa İsmet Garibullah Ks. Mahmut Ustaosmanoğlu 2 Cilt Takım, Şamua Kağıt, 1650 Sayfa, Ciltli Sert Kapak Yazar Mustafa İsmet Garibullah Efendi Hz. Tercüme ve Açıklama Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. Sayfa Sayısı 1650 Boyut 17 x 24 cm Basım Yeri İstanbul Kapak Türü Ciltli Sert Kapak Kağıt Türü Şamua Kağıt Dili Türkçe Dağıtım Kitap Takipçileri Temin Süresi Aynı gün kargo Mustafa İsmet Garibullah'ın yazmış olduğu Tasavuf kitabı Risale-i Kudsiyye'nin Mahmud Efendi Hazretleri tarafından hazırlanmış terceme ve açıklamasıdır. Elinizde bulunan bu eser, Mustafa İsmet Garîbullah Şeyh Efendi Kuddise Sirrihu Hazretlerinin sahasında eşi bulunmayan çok kıymetli ve veciz kitabının şerhi ve izahıdır. Silsile-i şerifin 32. halkası olan Mustafa İsmet Garîbullah Şeyh Efendi kuddise Sirrihu Hazretleri, irşat vazifesine Edirne Sultan Camiinde başlamış sonra, İstanbul’a gelerek şimdi kendi ismi ile anılan Fatih-Çarşamba’daki dergâhında irşat vazifesine devam etmiş ve burada vefat edip, dergâhın bahçesine defnedilmiştir. Bu kıymetli eser hakkında, Üstadımız Mahmud Efendi Hazretlerinin üstadı, son asrın ulemasından, dört mezhep müftüsü ve meşayı-ı kiramdan Ahıska’lı Ali Haydar Efendi kuddise sirruhu Hazretleri "Dünyada insanların yazmış olduğu kitaplar arasında iki kitap vardır ki, itiraz kabul etmez; Biri Mesnevi diğeri ise Risale-i Kudsiyye’dir. Lâkin Risale-i Kudsiyye şer’i ilimleri ihtiva etmesi yönünden daha ağırlıklıdır.” buyurmuştur. Üstadımız, 15. asrın müceddidi Mahmud Efendi kuddise sirruhu hazretleride, bu risale hakkında " Mektubatın metni gibidir.” buyurmuşlardır. İsmet Babamızın aynı zamanda Ali Haydar Efendi Hazretlerinin Tekkesi İsmailağa Camiinin alt tarafında patrikhanin karşısında bulunuyor. Altın silsilenin 32. sırasında bulunan, Efendi Hazretlerimizin çok önem vererek ezberlediği ve her sohbetinin başında bir beytini okuduğu Risale-i Kudsiyye sahibi Mustafa İsmet Garibullah Büyük şeyh Efendi kimidir? Musta İsmet kuddisesirrahu aslen YANYA'lı Balkan yarımadasında halen Yunanistan sınırları içerisinde bulunan bir şehir olup doğumuHicri 1216, vefatıHicri 1289 dur. Yaşadığı devirde,Mevlana Halid-i Bağdadi kuddisesirrahunun, Mekke-i Mükerreme'deki halifesi olan Abdullah'i Mekkikuddisesirrahu Hazretleri'nin, Ebu Kubeys dağı üzerindeki dergahında yetişmiş olup,Şeyh Efendinin vefatından sonra Anadoluya gelerek bir müddet Edirne'de Sultan Camii Şerifinde irşat görevine devam etmiş, Sonra İstanbul'da müritleri çoğalmış hatta Sultan Abdulmecid Han kendilerine intisab müridleri şeyh Efendi'nin İstanbul'a gelmesini çok arzu ettiklerinden buraya gelerek,önce Koca Mustafa Paşa tarafında, sonrada Fatih Çarşamba'da halen kabri şerifinin de bulunduğu ve kendi ismiyle anılan İsmet Efendi Dergahı'nı kurup hayatının sonuna kadar da orada hizmete devam etmişlerdir. Bu kitap hakkında Ali Haydar Efendi Hazretleri''Dünyada insanların yazdığı kitaplar arasında iki kitap vardır ki;itiraz kabul Mesnevi,diğeri ise Risale-i Kudsiyyedir,lakin Risal-i Kudsiyye şeri ilimleri ihtiva etmesi yönünden daha ağırlıklıdır.''buyurmuştur. Ayrıca bu manevi yolu Mekke-i Mükerreme'den getirdiği için ''Büyük Şeyh Efendi'' deyin buyurmuştur. Üstadımızın arapça hocası, ulemadan, Oflu Hacı Dursun Efendi, Hazretleri de''İsmet Efendi'nin Risale-i Kudsiyyesi,İmam-ı Rabbani'nin Mektubatının hulasası gibidir.''buyurmuştur. Üstadımız Hacı Mahmud Efendi Hazretlerimiz de kuddisesirrahu da,bu risale hakkında ''Mektubatın metni gibidir'' buyurmuştur. Risalenin yazılmasının esrarını ve maksadını Mustafa İsmet Garibullah Efendi bize risalenin içinde açıklıyor Sene bin ikiyüz yetmiş bir idi, Muharremden dahi gün on bir idi Bu dur ğalib,o günlerden biri idi,zannıma göre Muharremin 11 idi Gece idi gönülde dert bir idi, Dediler gel aziz hakka gidelim Cemali ba-kemali seyredelim Zuhur etti o dem sırrımda bir nur sır latifemde bir nur zuhur etti Görenler zannederdi nefhayi sur görenler sur'a üfürüldü zannederdi Ki icmal üzere izhar eyle bir nur bana gelen manevi heyet dedikikısaca bir nur açıkla Dediler bazı aşık ola pir nur Allah'ı seven aşıklar bu nurdan hisselensin Bu nurdan hisse al hakka gidelim Cemali ba-kemali seyredilim Dediler bir eser yaz aşıkane bana gelen heyetaşıklara bir eser yaz dediler Ola feyz-u muhabbet salikane o kitap Allah yolcularına feyz-u muhabbet olsun Hem olsun yadigarın arifane arif olanlarada yadigar olsun Okuyan derdi Hak ile boyana okuanlar Allah derdi ile boyansın,içi dışı nur olsun Bu dert ile aziz hakka gidelim Cemali ba-kemali syeredilim Dediler Türki olsun hem lisanı Manevi heyetyazacağın eser türkçe olsun dediler Dahi bir vezn ile olsun beyanı açıklaması ise bir vezn üzere olsun Dedim ben yanyavi kıldım fiğanı o zaman ben Yanyalı'yım diye feryad ettim Çü bilmem şiir ile efsah lisanı Çünkü benim lisanım fasih değil,şiir yazmasınıda bilmem Kabalıkla gerek Hakka gidelim çok iyi yazmasanda,fasih lisan bilmesende olur Cemali ba-kemali seyredelim. Murad ancak muradullah dediler arzu edilen ancak Allah'ın murad ettiğidir Hatadan hıfz eder Allah, dediler bunu Allah murad ettiği için O,seni hatadan korur dediler Didim bilmem dahi imla,dediler ben yazı kurallarını bile bilmiyorum dedim Murad mana, değil elfaz dediler murad edilen manadır,lafızlar değil dediler Zuhura tabii ol hakka gidelim Cemali ba-kemali seyredilm Kamu ihvanlara icmal bir huccet bütün ihvanlara kısa bir delil Ola hem okuyana feyzu rahmet bu kitabı okuyana feyz-u rahmet olsun Ola saliklere feyz-u muhabbet Allah yolcularına feyz-muhabbet olsun Gide teşviş,bula teşvigu rahmet vesveseler gitsin,okuyan teşvik ve rağbet bulsun Bu rahmetten oku Hakka gidelim Cemali ba-kemali seyredlim. İki cildi çıkan Şerhi Efendi Hazretlerimize ait -Risale-i Kudsiyye Şerhi- adlı eserin başında şu açıklamaya yer verilmiştir; Bu kıymetli eser, içinde bulunduğu farsça ve arapça kelimelerin herkes tarafından anlaşılması mümkün olmayıp,ayrıca şiir vezninde olmasının getirdiği güzellik ve akıcılık, bir cihettede anlaşılmasının zorlaşmasına sebep olmaktadır. Bazı yerlerin anlaşılması ise sadece lugat ilmine dayanmayıp,tevkifimüellifin bizzat zamanımıza kadar gelen şeyh efendiler tarafından murad edilen mananın açıklanmasına bağlı olduğundan bazı himmet sahibi kardeşlerimiz ,müellifin asrımızdaki tek varisi olan Mahmud Efendi Hazretlerimizin,mu'tad sohbetlerinin başında -''Şeriat kenzi Hak miftah tarikat''Şeriat Allah'ın hazinesi,anahtarı ise tairkattır diye söze başlayarak risaleden sırayla izah ettiği beyitleri dikkatlice not etmişler, sonra bu notlar biraraya geldiğinde iki cilt olacak kadar mevzu birikmiştir. Ali Haydar Efendi'nin de,kendi risalesinin kenarına kaydettiği önemli notlar da bu izahlara eklenerek,ehli kimseler tarafından gözden geçirilmiş ve sonunda Efendi Hazretlerimizde okunarak tasdik ettirilmiştir. Mevla Tealadan niyazımız, bu eseri bütün müslümanlara, özellikle manevi yolun saliklerine faydalı kılarak zevk alıp manevi perdelerden kurtulmalarına vesile yapmasıdır.... Risale-i Kutsiyye 1. Beyit ve Açıklama... Sığındım Zat- Hakk’a gel gidelim Hemen seyr-i ilallah gel edelim Yüce dergahına yüzler sürelim Garibiz, kimsemiz yoktur diyelim Bu varlıkdan geçip Hakka gidelim Aziz seyri İlallah gel edelim Allah dostları bir işe Eüzü, Besmele, Hamdele ve Salvele ile başlardı. Mustafa İsmet Garibullah Büyük Şeyh Efendi Kuddise Sirrahu Hazretleri de böyle yapmıştır. Sığındım Zat- Hakk’a gel gidelim’ Allah’u Teala Hazretlerinin zatına sığındım. Sığınmak iki şekilde olur. Bir, maddi varlıklara sığınmak vardır. Mesela bir gurup çocuk oynarken içlerinden bir tanesi diğerlerini kızdırıp sonra, korkudan anne veya babasının yanına koşarsa, bu bir sığınmadır. Birde manen sığınmak vardır, bu sığınma Allah’u Teala Hazretlerine olur. Zat-ı Hakk’a sığındım’ demek Allah’u Teala Hazretlerine sığındım demektir. Rabıtayla ilgili bir hatıra Mekke’de bir kardeşimize ders yaparken zuhurat oldu. Manada görüyorki, adamın birinin elinde bir çuval var, çuvalın içine cinleri hamsi gibi doldurmuş. Adam diyor ki’Bu cinleri bütün insanlara musallat edeceğim.’ Kardeşimiz Bir şey yapamazsın’ diyor. Adam da çuvalı açıp cinleri dağıtıyor. Ders yapanın her tarafını cinler kuşatıyor. Bir rabıta yaptım hepsi gitti’ diyor. Tarikat düşmanları rabıtayı hafife alıyorlar. Rabıta biiznillah cinleri defeder. Onun için kimse rabıtadan şüpheetmesin. Hemen seyr-i ilallah gel edelim’ Seyr Hareket etmek demektir. Süluk’ ise, yola gitmek, ilerlemektir. İkisi de ilmin, bilginin ilerlemesidir. Maddenin cesedin hareketi değildir. Tasavvufda seyr-i süluk, tarikat yoluna intisap ederek az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak gibi riyazetle ve manevi vazifelerle meşgul olmak suretiyle, salikin Allah yolcusunun Mevla ile kendi arasındaki perdeleri aşmak için yaptığı bir hareket-i ilmiyeden ibarettir ki, dört türlü seyir yürüyüş vardır. İmam-ı Rabbani Hazretleri 144. mektubunda bu seyirleri şöyle açıklıyor 1- Seyri İlallah Aşağı bilgilerden yüksek bilgilere ilerlemek, ilimde durmadan yükselmektir. Böylece mahlûklara ait her şey bilindikten sonra, Allah’u Teala’nın ilmine kadar varılır. Bu bilgiler başlayınca mahlûkata ait bilgilerin hepsi unutulur. Bu hale FENA denir. 2- Seyri Fillah Allah’u Teala Hazretlerinin isimleri, sıfatları, şüun şan ve itibarları, takdisat ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demektir. Böylece ibare ile anlatılamayan, hiçbir alimin bilemediği, hiçbir idrak sahibinin anlayamadığı bir mertebeye varılır. Bu seyre de BEKA denir. 3- Seyri anillah Bu da ilmin hareketidir. Yüksek bilgilerden aşğı bilgilere inilir. Böylece gerisin geri mahlukata dönülür. Bütün vücut mertebelerinin bilgilerinden inilir. Bu seyri yapan arif Allah ile beraber doluğu halde Allah’ı unuturmuş gibi görünerek insanları irşadla uğraşır Allah ile Allah2tan döner. İşte bu zat, hem bulup hem kaybeden, hem kavuşup hem ayrılan, hem yakın hem uzaktır. 4-Seyri Fil Eşya Bundan sonra seyri fil eşya başlar. Bu seyirde ise birinci seyirde kaybolup giden, eşyanın bütün ilimleri yavaş yavaş ele geçer. Seyri İlallah ve seyri Fillah, velayeti veliliği elde etmek içindir. Bu makam Fena ve Bekadan ibarettir. Bahsedilen bu seyirler insandaki latifeler ile yapılır. Latifeler alem-i sagir küçük alem olan insanın parçalarıdır. İnsan, ruh ve beden olmak üzere iki şeyden müteşekkildir. Ruh Alemi emirden Beden Alem-i halk’tandır Arapça Hı harfi ile Alem-i emrin 5 letaifi vardır. Bunlar Kalp, Ruh, Sır, Hafi, Ahfa’dır. Allah’u Teala bunları kün’ ol emriyle yaratmıştır. Bu latifelerin insan vücudunda bağlı kılındığı yerler şunlardır Kalp Sol göğsün altında Buradaki kalp bildiğimiz et parçası değildir Ruh Sağ göğsün altında Sır Sol göğsün üstünde Hafi Sağ göğsün üstünde Ahfa Göğsün ortasında Alem-i Halk’ta 5 latifeden ibarettir. Dördü anasır-ı Erbaa dediğimiz Su, Hava, Topra, Ateştir. Beşincisi ise Nefs-i Natıka’dır. Bu latifelerin Alem- kebir büyük alem demektir. İnsandan başka olan her şeydir. Bir salikin tasavvuf yolcusunun latifelerinin bu alemden başlayıp arşın fevkıne üstüne kadar yükselmesi olan seyr-i ilallah’tan maksat; masivanın kul ile Mevla arasına giren düşüncelerin yabancıların ve kulun Allaha olan yabancılığının ortadan kaldırılmasıdır. Mevla Teala’nın fazlı keremiyle masiva, salikin nazarından tamamen kalkıp, Allahtan gayriyi görmekten bir nam ve nişan kalmayınca fenafillah tabir edilen manevi rütbe hasıl olmuş olur ve böylece seyr-i İlallah tamamlanır. Masiva kul ile Mevla arasına giren düşünce, mal sevgisi, mülk sevgisi, kadın sevgisi, çoluk çocuk sevgisi, rütbe nişan sevgisi gibi bizim nefsani düşüncelerimiz. Bu düşünceler bizi kulluk yapmaktan alıkoyduğu gibi, bu ve benzeri düşünceleri kalbinden silemeyenler Mevla’ya ulaşamazlar. Yüce dergahına yüzler sürelim.’ Yüce kapısının eşiğine Mevla’nın huzuruna yüzler üsrelim. Dergah Kapı, eşik, tekke ve sğınılacak yer manalarına gelir. Nasıl yüz süreceğiz Garibiz kimsemiz yoktur diyelim.’ Diyelim ki, garibiz, kimsemiz yoktur.’ Biz garip değiliz, oğlumuz var, kızımız var derseniz, peki kabirde kiminiz var? Bizler kolay aldanıyoruz. Bu varlıktan geçip Hakk’a gidelim’ Bu varlık kendi varlığımız dan geçip Hakk’a gidelim. Kul, nefis ve şeytanla cihad ederek öyle bir makama gelir ki orada artık kendi vasıflarından hiçbir şey görünmez olur. Varlığını ahi unutur. Dünya ile ilgisi kesilir. Tamamen Mevla’ya yönelir. Fena Fillah olur. Bu, ölmeden ölmektir. Bazen bir mürit geliyor Dersimi yapamıyorum’ diyor. Ben de ona diyorum ki Erzincan’In depremi kastederek Azerbaycan’ın, Bosna Hersek’in başına gelenler mi daha zor, yoksa senin tarikat dersinde tesbih çekmen mi daha zor?’ Onlar başına gelen daha zor’ diye cevap veriyor. Ben de ona O zaman ne kadar zorlanırsan zorlan, otur dersini yap’ diyorum. Aziz seyri İlallah gel edelim’ Aziz kardeşim gel seyr-i İlallah edelim. Mustafa İsmet Garibullah Efendi Kuddise Sirrahu Hazretleri bu mısrasında da kulları Seyr-i İlallah’a davet ediyor.
Yasin Suresi Arapça yazılı olarak aşağıdadır. Rahat okunabilmesi açısından bilgisayar yazısı seçilmiştir. Kotanızı tüketmemek adına görüntü sıkıştırılmıştır. Allah, okuduğunuz ve okuyacağınız tüm Yasinleri ve diğer ibadetlerinizi kabul etsin. Okumak için sayfayı aşağı Al Ghamdi'den muhteşem Arapça Yasin suresi tilaveti ilk âyetini oluşturan iki harften almıştır. Hz. Peygamber tarafından bu adla anılmış, Buhârî ve Tirmizî’nin hadis kitaplarında da bu isim kullanılmıştır. Sûre, Kur’an’ın kalbi diye nitelendiren hadis rivayetine dayanılarak “kalbü’l-Kur’ân” diye de adlandırılmış, ancak bu yaygınlık kazanmamıştır Âlûsî, XXII, 522-523; İbn Âşûr, XXII, 191. Sûrenin Mekke döneminin ortalarında nâzil olduğu kabul edilmektedir. İnsanların yaptıkları işlerin ve bıraktıkları izlerin kayda geçirildiğini bildiren 12. âyetin yorumu meyanında rivayet edilen bir hadis dolayısıyla Tirmizî, “Tefsîr”, 36 bu âyetin Medine’de indiği söylenmişse de bu kanaat benimsenmemiştir Âlûsî, XXII, 523; İbn Âşûr, XXII, 191, 204-205. Sûre seksen üç âyet olup fâsılası “م، ن” harfleridir. Yâsîn sûresinde İslâm akaidinin üç esasını teşkil eden tevhid, nübüvvet ve âhiret konuları tabiatın mükemmel kuruluşu ve işleyişinden deliller getirilerek anlatılır; bu arada iman-küfür mücadelesi çerçevesinde geçmiş kavimlerden ibret verici örnekler zikredilir. Dört bölüm halinde incelenmesi mümkün olan sûrenin birinci bölümünde ana konu Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı ve Kur’an’ın vahiy ürünü oluşudur. Sûrenin ilk âyetini teşkil eden “yâsîn” büyük bir ihtimalle Hz. Muhammed’e bir hitaptır Âlûsî, XXII, 525; krş. Taberî, XXII, 178. Ardından Kur’an’a yemin edilerek Muhammed’in Allah’a ulaştıran yol sır’at-ı müstakim üzerinde bulunan peygamberlerden olduğu, Kur’an’ın da gafletten bir türlü kurtulamayan kitleleri uyarmak amacıyla Allah tarafından indirildiği ifade edilir. Ancak gönüllerini ilâhî gerçeklere açmayan, Cenâb-ı Hakk’ı anıp kalpleri ürpermeyen ve iradelerini hak dine yönlendirmeyen insanların bütün uyarılara rağmen iman etmeyecekleri bildirilir; mükelleflerin işledikleri fiillerin her şeyi içeren bir kütükte kaydedildiği belirtilir âyet 1-12. Sûrenin ikinci bölümü kendilerine Hak dinin tebliğcilerinin gönderildiği bir yerleşim yeri halkının ashâbü’l-karye kıssası hakkındadır. Bu yerleşim yerine önce iki tebliğci gelmiş, ardından bunları destekleyen üçüncüsü gönderilmiştir. Ancak şehir halkı elçilere yalancı demiş, kendilerine uğursuzluk getirdiklerini ileri sürmüş, tebliğden vazgeçmedikleri takdirde işkenceyle öldürüleceklerini söylemiştir. O sırada şehrin uzak yerlerinden gelen bir kişi halkı iman etmeye teşvik ederken kendisi de iman etmiş, fakat inkârcılar tarafından öldürülmüş, nihayet o yerleşim yerinin halkı korkunç bir sesle helâk edilmiştir âyet 13-32. Müfessirler söz konusu şehrin Antakya, elçilerin havâriler, halkın Romalılar, uzaktan gelen kişinin de Habîb en-Neccâr olabileceğini kaydetmişse de gerek Hıristiyanlığın yayılışı gerekse Antakya’nın tarihi bakımından bu açıklamalar isabetli görülmemiştir bk. ASHÂBÜ’l-KARYE; HABÎB en-NECCÂR. Kur’an’da mevcut kıssaların çoğunda olduğu gibi yerleri ve hitap edilen insanları bilinmeyen bu kıssadan da amaç tarihî bilgi vermek değil kıssadan hisse alınmasını sağlamaktır. Sûrenin üçüncü bölümünde insanların hayatlarını sürdürdükleri yeryüzünün besleyici özelliğine, gece ile gündüz, güneşle ay arasındaki düzen ve âhenge, yeryüzündeki çiçek, bitki vb. şeyler, ayrıca insanlar ve insanların henüz vâkıf olamadığı nice canlı arasındaki tozlaşma ve döllenmeye, gemilerin denizde batmadan seyretmesine temas edilerek Allah’ın birliği ve yüceliğine dikkat çekilir; bütün bu delil ve işaretlere rağmen inkârcıların dinî gerçeklerden yüz çevirdikleri ifade edilir âyet 33-47. Yâsîn sûresinin dördüncü bölümü âhiretin varlığı ve âhiret âleminin tasvirine dairdir. Burada kıyametin ansızın kopacağı bildirildikten sonra vukuu hakkında kısaca bilgi verilir. Ardından cennetin tasvirine, cehennemliklerin bedbahtlığına değinilir; onların dünyada iddia ettikleri gibi Kur’an’ın bir şair sözü değil vahiy ürünü olduğu zikredilir. Dünya hayatında insan türüne verilen nimetlerin bir kısmı sayılır; buna rağmen inkârcıların kendilerine hiçbir fayda sağlamayan putlara taptıkları belirtilir. Sûrenin son âyetlerinde, görünürde spermden meydana gelen insanın dünyaya geliş şeklini göz ardı ederek, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye soran inkârcıya, “İlk defa yaratmış olan diriltecek” şeklinde cevap verilir; bu kanıt, “Sizin için yeşil ağaçtan ateş çıkaran krş. Mâtürîdî, XII, 114; Elmalılı, V, 4042, bütün tabiatı yaratan Allah ölülerin benzerini yaratmaya kādir değil mi?” ifadesiyle desteklenir. Sûre İslâm’ın tevhid ve âhiret inancına bir defa daha vurgu yapan âyetlerle sona erer âyet 48-83. Yâsîn’in de içinde yer aldığı otuz kadar sûrenin mesânî Hz. Peygamber’e İncil yerine verildiğini belirten hadisin sahih olduğu kabul edilmiştir Müsned, IV, 107; İbrâhim Ali, s. 224-225, 292. Sûrenin fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan biri, “Yâsîn sûresini geceleri okuyan kimsenin günahları bağışlanır” meâlinde olup Dârimî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 21; İbrâhim Ali, s. 292-295 sahih görülmüştür. Her şeyin bir özü kalbi ve odak noktasının bulunduğunu, Kur’an’ın odak noktasının Yâsîn olduğunu belirten, Yâsîn sûresinin ölüler için veya ölmek üzere olanların yanında okunmasını tavsiye eden rivayetler ise zayıf sayılmıştır Müsned, V, 26 [nşr. Müessesetü’r-risâle, XXX, 417-418]; Dârimî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 21; İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 4; Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 19; Tirmizî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 7; İbrâhim Ali, s. 171-172, 292-301. Bazı tefsir kitaplarında meselâ bk. Zemahşerî, V, 198; Beyzâvî, III, 448 bunlardan başka isnadsız kaydedilen fazilet rivayetleri de vardır. Yâsîn sûresinin tefsiri konusunda çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunun önemli sebeplerinden biri muhtemelen faziletine dair rivayet edilen hadisler, diğeri de ölüler üzerine okunmasının tavsiye edilmesidir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde 100 civarında Yâsîn tefsiri, havâs ve tercüme kayıtları bulunmaktadır. Bu kayıtların yirmisi Hamâmîzâde Ali Efendi’nin Yâsîn tefsirine aittir İstanbul 1262, 1265, 1273, 1286, 1294, 1316, 1320. Ebûishakzâde Esad Efendi’nin Ħulâśatü’t-tebyîn fî tefsîri sûre-i Yâsîn adlı eserinin yine bu kütüphanede on civarında kaydı vardır. İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey Çelebi’nin Tefsîr-i Yâsîn-i Şerîf’i Ayşe Humeyra Aslantürk tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır Yâsîn-i Şerif Tefsîri, İstanbul 1997; Isparta 2007. Davut Aydüz Kur’ân-ı Kerîm’in Kalbi Yâsîn Sûresi Tefsiri adıyla bir çalışma yapmıştır İstanbul 2004. BİBLİYOGRAFYA Müsned, IV, 107; V, 26; Taberî, CâmiǾu’l-beyân nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr, Beyrut 1415/1995, XXII, 178; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân nşr. Mustafa Yavuz, İstanbul 2008, XII, 114; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl nşr. Eymen Sâlih Şabân, Kahire 1424/2003, s. 282-283; Zemahşerî, el-Keşşâf Beyrut, V, 198; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, III, 448; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, V, 598-599; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr, Mekke 1408/1987, II, 642; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî nşr. M. Ahmed el-Emed - Ömer Abdüsselâm es-Selâmî, Beyrut 1421/2000, XXII, 522-523, 525; Elmalılı, Hak Dini, V, 4002-4004, 4042; Cafer Şerefeddin, el-MevsûǾatü’l-Ķurǿâniyye ħaśâǿiśü’s-süver, Beyrut 1420/1999, VII, 171-198; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1420/2000, XXII, 191-192, 204-205; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 171-172, 224-225, 292-301; Seyyid Muhammed Hüseynî, “Sûre-i Yâsîn”, DMT, IX, 369-370. Bekir Topaloğlu
yasin suresi azerbaycan dilinde tercumesi